02:12 - “Oyuncu Aranıyor” tiyatro oyunu yeniden sahneleniyor
22:45 - Ünlülerin iç mimarı Ahu Akın “Evinizin rengi boşanmanızın nedeni olabilir!” dedi
21:56 - Turnuvaya büyük ilgi
10:49 - Dünya tasarımının ve poster sanatının arkasında bir Türk: Utkan Dora Öncül
23:54 - Nur Sürer’den 35 yıl sonra aynı kare
21:38 - Berrin Ak’tan Tersane İstanbul’da özel çay saati daveti
20:21 - İstanbullu Gayrimenkul ile Uygun Fiyatlı Arsa Yatırımları: Şükrü Altay’ın Sektörel Öngörüleri
15:15 - Yılın son düeti Yıldız Tilbe ve Çılgın Sedat’tan geldi
11:50 - Tanfer Sağlık Grubu, 42. geleneksel yeni yıl daveti Levent’te gerçekleşti
00:17 - “Gerek yok” ile sessizliğini bozan NİDA ŞAN müzik listelerini alt üst edecek..
Atlı Süvari George William Handsley, 1.
Atlı Süvari George William Handsley, 1. Dünya Savaşı sırasında Süveyş Kanalı yakınlarında, birliğine katıldığı günden tam 1 yıl sonra, aynı gün esir düştü.
Handsley’in torunu David Hinds, HİBYA muhabirine yaptığı açıklamada, dedesinin 28 Haziran 1884 tarihinde İngiltere’nin East Halton kentinde doğduğunu, 7 Kasım 1952’de Avustralya’da öldüğünü söyledi.
Ailesinin 1887 yılında Avustralya’ya göç ettiğini, savaştan önce sığır çobanlığı yaptığını belirten Hinds, ”Dedem, 4 Ağustos 1915 tarihinde Avustralya’nın Toowomba kentinde Avustralya Hafif Süvari Alayı’na katılmış. Suffolk şilebiyle Sydney’den Kahire’ye götürülmüş.” dedi.
Hinds, dedesinin, Süveyş Kanalı’nı korumakla görevli Hafif Süvari Alayı komutasında bedevilere karşı çarpışan topçu birliklerine destek olarak, Mısır’da savaştığını ve 4 Ağustos 1916 tarihinde, yani alaya katıldığı tarihten tam bir yıl sonra, aynı günde Romani cephesinde esir alındığını, Afyonkarahisar esir kampında 2.5 yıl esaret geçirdiğini bildirdi.
Süvari Handsley’in kızı Ruth Hinds ise babasıyla ilgili şunları aktardı:
”Esaretten salındıktan sonra Şam’a gönderilmiş ve oradan da İngiltere’ye gelmiş. İyileşmesi için orada iyi kalpli bir aile tarafından kendisine bakılmış. Guilford kentinden C. Madsley isimli hanım tarafından bakılıp sağlığına kavuşunca, 1919 Şubat’ında Avustralya’ya geri dönmüştür. Babamın savaşa katıldığını biliyordum, ama bu konuda bana doğrudan hiç konuşmadı. (Büyük ihtimalle benim duygularımı korumak istediği için anlatmıyordu.) Ancak o günleri hiç unutmadığını biliyordum. Anzac günü onun için en kutsal gündü. Yapacağı en son şey olsa bile anma yürüyüşlerine katılırdı. Yürüyüş sonrası Avustralya’da RSL Kulübü olarak bilinen Gaziler Kulübü’ne gider ve sarhoş olana kadar içerdi. Çok içki içtiğinde neşeli davranmaya çalışırdı, ama çok kötü bir ruh haline girerdi. Belki de yaşadığı travmalar onu bu hale getiriyordu. 2. Dünya Savaşı’nın başlaması onu çok etkilemişti. Ben sadece 8 yaşındaydım ama net hatırlıyorum. Bir gün annem kendi bisikletiyle ben de babamın bisikletinin arkasında gezerken anneme ‘Allah aşkına kadın, savaş var’ dediğini hatırlıyorum. Sanırım yeniden savaşa katılabilmeyi isterdi, ama yaşı tutmuyordu. Pasifik Savaşı başlayınca Gönüllü Savunma Birliklerine katıldı ve eğitim için Cooee Körfezi kampına gitti.”
David Hinds, dedesinin en önemli anısının esaret altında tuttuğu hatırat, küçücük bir kitapçık olduğunu, buna yakalanışını, Afyonkarahisar’da geçirdiği dönemi, salıverildikten sonra İngiltere’deki nekahet zamanını ve Avustralya’ya dönüşünü yazdığını dile getirdi.
Ruth Hinds ise babasının hatıralarıyla ilgili şöyle konuştu:
”Bıraktığı hatıralar arsında ipiyle beraber künyesi var. Üzerinde kimliği ve yakınının adı bulunuyor. 1915 yılında Mısır’da tutmaya başladığı küçük bir hatırat. Ama öyle her günü yazmamış. Bu defterini çizmesinin topuğunda saklamış. Eğer hatırat tuttuğu anlaşılsa büyük ceza yerdi kuşkusuz. Gariptir, yeni bir ev aldığımızda evin adını Romani koydu.”
David Hins, 1. Dünya Savaşı hakkındaki düşüncelerini şöyle aktardı:
”Benim genel felsefem savaş karşıtlığıdır. 20. yüzyıl başında Avustralya’nın İngiltere’den bağımsızlığının sadece 20. yılıydı. İngiltere müttefikti ve onlar katıldığı anda Avustralya da savaşa dahil oluyordu. 1. Dünya Savaşı burada anlatamayacağımız kadar karmaşık nedenlerle başladı. ‘Tüm savaşları sonlandıracak savaş’ diye bilinmesine rağmen hiç de öyle olmadı. Dedem, yazdığı kitapta, orduya katılma nedenini, gezginci ve maceracı ruhuna bağlamış.”
Ruth Hinds ise aynı konuda, ”Ne söyleyeceğimi bilemiyorum. Sanırım babamın gönüllü yazılması konusunda bir anlamda gurur duyuyorum. Hafif Süvari Alayına ilgisi sanırım savaş öncesi yaptığı işten kaynaklanıyordu. Yüzlerce kilometre ötedeki Toowoomba’da katılması da bu şekilde oldu. Yaşadığımız Rockhampton kentinin kuzeyinde büyük bir sığır çiftliğinde çobandı ve sanırım gönüllü çağrıları yapıldığında oradaydı.” görüşünü aktardı.
David Hinds, 2015 yılı Mayıs ayında Türkiye’de bir hafta geçirdiğine işaret ederek, konuşmasını şöyle sürdü:
”İstanbul, Truva, Efes, Çanakkale, Eceabat’a gittim. Anzac 100. yıl anmalarında oradaydım. Sonra Afyonkarahisar’ı ziyaret edip Medrese’de kurulmak istenen bir savaş esirleri müzesi için ilk katkımı sundum ve dedemin kitabını belediye başkanına takdim ettim. Görecek o kadar çok şey var ki yeniden ziyaret etmeyi çok isterdim. Savaş esirleri anısına bir anıt, müze, plaket, heykel konulması önemlidir. Savaş esirleri de savaş kurgusunun bir parçasıdır ve cephede savaştıkları için esir düşmüşlerdir. Yakalanmayan ya da ölmeden dönen askerler kadar savaşın bir parçasıdırlar.”
Ruth Hinds ise esirlerin savaş sırasında ve sonrasında çok acı çektiklerini, bir şekilde anılmaları gerektiğini kaydetti.
BEYAZ HABER AJANSI (BHA)
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.